1 Mayıs 2015’e hazır mıyız?

Zafer Onat – Mayıs 2014

1 mayısSendikaların ve onlarla birlikte hepimizin eksi hanesine yazılacak 1 Mayıs geçti. Oysa bir önceki 1 Mayıs’ın üzerinden bir ay bile geçmemişken bu topraklardaki en önemli toplumsal hareketlerden biri yaşanmıştı. Burada var oluş amaçlarının gereğini yerine getiren ve Kadıköy’e yada hızını alamayıp Kayseri’ye giden sendikalara değinme gereği duymuyoruz. Sözünü ettiğimiz kendi dışından gelecek güçlere güvenerek, hedefe yönelik somut herhangi bir hazırlık olmadan Taksim çağrısı yapan DİSK ve KESK’e bağlı sendikalar. Öyle bir hale geldik ki bu sendikaların üyesi işçilerin katılımının zayıf olmasına da, çağrıcısı oldukları eylemde yaralanan veya günlerce gözaltında tutulan insanlar için elle tutulur bir şey yapmamış olmalarına da şaşırmıyoruz. Çünkü zaten geçtiğimiz 1 Mayıs’larda da, başka işyeri veya sokak mücadelelerinde de sendikaları büyüteçle aramak zorunda kalıyorduk. Gelinen noktada sorgulanması gereken asıl konu, herkesin malumu olan bu gerçeklere rağmen sendikalardan medet umulmaya devam edilmesidir. Elbette, bu kurumlara göbek bağıyla bağlanmış siyasal yapılardan böyle bir sorgulama beklemiyoruz. Ancak yükselme eğilimi gösteren sınıf hareketinin, tabana dayalı devrimci bir politik alternatif haline gelebilmesi için temelden bir eleştiri-öz eleştiri süreciyle birlikte yürüyecek politik tartışmalara ve yenilenmeye ihtiyaç bulunmaktır.

Devrimci bir alternatif için gerçekçi ve somut hedefler

Türkiye solunun kronikleşmiş hastalığı lokal ve genel düzelemde somut sınıfsal hedefler belirlemek yerine mücadele zeminini demokrasi üzerinden tariflemesi, hedeflerini demokratikleşme talepleriyle sınırlamasıdır. Kendini siyasal muhalefet olarak tanımlayan politik hattın, toplumsal hareket haline gelmesi de mümkün olmamaktadır. Bu politik anlayış Gezi Sürecine, sonrasında ve nihayetinde 1 Mayıs’a taşınmış, AKP’nin anti demokratik uygulamalarına karşıtlık sınırını aşamamıştır. Toplumun giderek politize olduğu, sokak hareketinin güçlendiği, işçi direnişlerinin yayıldığı ve militanlaştığı bir dönemde, sınıfın güncel talepleri de, toplumsal dönüşümü önüne koyan bir program da ne öncesinde, ne de 1 Mayıs günü kimsenin gündeminde olmamıştır.

Diğer yandan hazırlıklarının tam olduğunu ve 1 Mayıs’ta Taksim’de olacaklarını ilan edenlerin kendisine ve çevresindekilere gaz vermekten başka bir hazırlığı olmadığı ortaya çıktı. Ancak mücadeleyi “polisle karşı iyi direnerek” değil, kitlesel katılım ve üretim ve yaşam alanlarından gelen gücümüzle kazanabileceğimiz olgusu karşısında, asıl sorgulnaması gereken Taksim hedefinin ele alınış biçimidir. Taksim’in 1 Mayıs alanı olması hedefini sürdürmenin ve bunun için mücadele etmenin tarihsel, simgesel ve iktidarın saldırılarına karşı savunma pozisyonumuzu yitirmemek bakımından taktiksel önemi olduğunun altını çizmeliyiz. Dolayısıyla bu aşamada Taksim hedefini sürdürmenin var oluşsal önemi bulunmaktadır. Ancak simgesel hedeflerle sınırlı bir mücadeleyle kalıcı kazanımlar elde etmemizin mümkün olmadığını, savunma pozisyonundan çıkıp, sınıfsal perspektife dayalı somut, devrimci bir politik hat belirlemediğimiz ve buna uygun araçları oluşturamadığımız sürece bu pozisyonu da uzun süre koruyamayacağımızı görmeliyiz. Gezi direnişinden bu yana toplumsal dinamiğin giderek zayıflıyor olmasında; Taksim alanına girmeye kilitlenmiş mücadele perspektifinin etkisinin büyük olduğunu, Gezi’de Taksim alanına girilmesini sağlayan kitle desteğinin Taksim alanına girmek gibi simgesel bir hedefle değil, Gezi Parkı’nı yıktırmamak gibi somut bir hedefle mümkün olduğunu unutmamamız gerekiyor. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde lokal ve genel düzeylerde bir yandan mevcut kazanımlarımızı korurken, diğer yandan somut kazanımlar elde etmeye yönelik bir politik hat mümkün mü, bunu tartışmalıyız.

Gezi direnişiyle yükselen toplumsal hareketin AKP karşıtlığı sınırını aşamaması pek çok kişinin seçimlere angaje olmasına yol açtı. AKP’ye karşı birikmiş öfke ve korkuyu kullanarak, insanların önüne CHP’yi tek alternatif olarak koyma taktiği başarısız oldu. Diğer yandan batıda solun çatı partisi olma iddiasındaki HDP projesinin tutmadığı, gerek Kürt hareketi gerekse içerisinde yer alan sosyalistler bakımından değerinin azaldığı veya atfedilen misyonun değiştiği söylenebilir. Dolayısıyla Haziran’dan bu yana meşruiyet zemini olarak sandığı gösteren AKP, kaybettiği moral avantajı geri kazandı. Tüm bu yaşananlara rağmen kimsenin özeleştiri yapmadığı noktada, başından beri söylediğimizi tekrarlamak gerekiyor; AKP düzenin güncel ihtiyaçlarının bir üründür ve AKP’yi devirelim sonra düzenle uğraşırız gibi anlayışıyla politika üretmeye çalışmanın bir karşılığı bulunmamaktadır. Bu durumu tespit eden kesimlerin sorunu ise buna uygun güçlü bir politik alternatifi ve buna uygun araçları bugüne kadar hayata geçirememiş olmasıdır.

1 Mayısların ve Greif Direnişi’nin Öğrettikleri: Sendikalarla mümkün değil!

b_iSTANBUL-DA-GREV-YAPAN-isciLERE-SABAH-BASKiNi---cOK-SAYiDA-GoZALTi-VAR...-1397110265634Giderek güç kaybeden ve militan bir işçi hareketinin örgütleri olmaktan çok uzak olduklarını yıllardır sayısız örnekte gördüğümüz sendikaların genel bir toplumsal mücadelenin taşıyıcısı olmalarını ummaktan vazgeçmek zorundayız. Yıllardır sendikaların bürokratik yapılarını, uzlaşmacı politikalarını ve içlerindeki çürümenin geldiği boyutları tekrar tekrar görmemize, bunları eleştirmemize rağmen bir alternatif oluşturamıyor olmamız sendikalara yönelik gelenekselleşmiş yaklaşımların irdelenmesi gerektiğini gösteriyor. Kötünün iyisini korumak adına artık işçi sınıfı için umut vaat etmeyen, işçilerin çok büyük bir kısmının itibar etmediği kurumlara karşı savunma pozisyonu almak kolaycılığın ürünü. Yıllardır yaşadığımız örnekler bu köhnemiş yapıların içine girerek dönüştürmenin ya da kişilerin eleştirisiyle sınırlı anlayışın sonuç vermediğini gösteriyor. Sorunun kişilerin niyetleriyle ilgili değil, yapısal olduğu ortadayken aynı hatayı sürekli tekrarlayarak olumlu bir sonuç elde edemeyeceğimiz açık. Mevcut sendikalar içinde mücadele etmeye çalışan pek çok kişinin iyi niyetinden kuşku duymadığımız gibi bugün bürokratlaştığı ve işçilerin yanında yer almadığı için eleştirilen kişilerin çok önemli bir kısmının da bir zamanlar militan işçi önderleri olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla köklü bir dönüşümün yolu yapısal bir dönüşümden ve bu köhnemiş yapıları tümden reddederek, yeniden başlamayı göze almaktan geçiyor.

Kuşkusuz devrimci bir alternatif yoktan olmayacak ve ancak mevcut toplumsal dinamikler içinde ortaya çıkabilecektir. Greif direnişi bu bağlamda, ilk gününden, bugüne kadar pek çok yönden önemli dersler barındırıyor. Her şeyden önce köhnemiş kurumsal yapılara ihtiyacımız olmadığını, tam tersi bu yapıların mücadelede ayak bağı olduğunu somut olarak gösterdi. Greif direnişini, son on yıldır ortaya çıkan işyeri eksenli direnişlerle birlikte değerlendirdiğimizde, başarı potansiyellerinin, yasal sınırları zorlama iradesi ve militanlık düzeyiyle doğrudan bağlantılı olduğunu görüyoruz. Diğer yandan protesto ve işyeri önünde çadır kurmak gibi pasif direniş biçimleriyle başarı elde şansı bulunmuyor, tersine bunlar büyük oranda yenilgi ve moral çöküntü sonucunda çözülmeyle sonuçlanıyor. Mücadeleler patronların ve onların temsilcilerinin uykularını kaçırdığı oranda başarı potansiyeli taşıyor. Dolayısıyla kazanma ihtimalinin ortadan kalktığı noktada direnişi -sönümlenmesini beklemeden- bitirebilecek öngörü ve iradeye sahip olmamız gerekiyor. Mücadelenin sürekli hale gelebilmesinde en önemli noktalardan biri budur. 60. gününde yaşanan polis saldırısıyla fabrikanın boşaltılmasının ardından Greif direnişinin kazanmasını sağlayacak en önemli mevzi kaybedildi. Bu noktadan sonra pasif direniş ve protesto yöntemleriyle devam edilmesi konusunda kararı mücadelenin özneleri verecek olsa da, bunun başarıya ulaşmasının önündeki zorlukları tespit etmek, dostane öneri ve yaklaşımların sunulması gerekiyor.

Diğer yandan Greif işçilerinin mücadelesi sendikalar içindeki, koltuk hesabına dayalı dengeleri, iç hesapları, bürokratik hantallığı, ilkelerin kağıt üzerinde kaldığını, bunların çiğnenmesinin hiçbir yaptırımı olmadığını ve daha pek çok gerçeği tüm çıplaklığıyla göstermiş olması bakımından ayrı bir önem taşımaktadır. Diğer yandan sorunun bireylere indirgenemeyecek kadar köklü ve yapısal olduğu gerçeği atlanarak yapılan eleştiri ve değerlendirmeler sağlıklı olmayacaktır. Sendika yöneticilerinin değişmesi sınırında kalacak bir tavır çözüm olamayacağı açıktır. Köhnemiş ve içi boşalmış sendikaların içine giren kişilerin niyetleri ne olursa olsun bu yapıların çarklarında çürümeye mahkumdur. Dolayısıyla bugün işçi sınıfının mücadelesinin önünün açılmasının tek yolu sendikaların terk edilerek, alternatif mücadele araçlarının oluşturulmasıdır.

Doğru hedefler ve araçlarla mücadeleye devam

forumTüm bunlar, gelenekselleşmiş politik ve kurumsal pozisyonlarımızı koruma refleksinden kurtularak mücadeleyi ilerletecek hedefleri ve araçları tespit edecek tartışmalara ihtiyacımız olduğunu göstermektedir. Bu tartışmaların zemini, merkezi siyaset düzlemi değil, ancak iş ve yaşam alanlarını bütün olarak kavrayan, esnek ve doğrudan demokrasiye dayalı taban örgütlenmeleri olabilir. Bu noktada Gezi direnişinden sonra oluşan forumların taşıdığı potansiyel doğru okunmalı, bunların korunması, güçlendirilmesi, var olmadıkları bölgelerde ve iş yerlerinde benzer örgütlenmelerin oluşturulması hedefiyle hareket edilmelidir. Diğer yandan işçi sınıfının mücadele içindeki dinamik kesiminin sözünü ettiğimiz devrimci alternatifin ve buna uygun taban örgütlenmelerinin oluşturulmasının temel özneleri olma potansiyelleri görülmelidir. Forumlar etrafında mahallelerinde örgütlenen insanların, iş yerlerindeki direnişlerin, kentsel alanların yağmalanmasına ya da HES’lere karşı mücadelelerin yani sermayenin farklı alanlardaki saldırılarına karşı sürdürülen lokal mücadelelerin, savunma pozisyonundan çıkarak, sistemi bir bütün olarak karşısına alan bir hatta birleştirilmesi devrimci bir alternatif için güçlü bir zeminin olacaktır.

Gerek çalışma ve yaşam alanları, gerekse politik ve ekonomik mücadele hattı bağlamında bütüncül bir örgütlenme perspektifine sahip, iş kolu ayırımına dayanmayan, esnek ve güvensiz çalışan işçileri ve işsizleri de örgütlenmeyi önüne koyan doğrudan ve katılımcı demokrasinin işleyeceği, yasalar ve toplu iş sözleşmesi süreciyle kendini sınırlamayan ve fiili mücadele araçlarını kullanabilecek ve bulunduğu alanın şartlarına göre esneklik gösterecek yeni mücadele araçları oluşturulmalıdır. Özetle burada önerdiğimiz; yerel birlikler, işyeri birlikleri, forumlar, meclisler gibi farklı form ve isimlerde, bulunduğu alanın şart ve ihtiyaçlarına göre taban örgütlenmelerinin oluşturulması, var olanların güçlendirilmesi ve bunlar arasında koordinasyonun sağlanmasıdır.

Sadece geçtiğimiz bir sene boyunca Türkiye’de ve dünya çapında yaşananlara baktığımızda sistemin krizinin içinde çıkılamaz bir hal aldığı kolaylıkla görülebilir. Türkiye’de egemenler için durum şu an için durağan gözükse de önümüzdeki dönemde yeni siyasal ve ekonomik krizlerle karşı karşıya kalacağımızı söylemek için falcı olmaya gerek yok. Bu noktada sorun; bizim yani bir bütün olarak emek cephesinin, politik ve örgütsel olarak hazırlıklı olup olmayacağımız, ortaya çıkacak olası yeni toplumsal hareketler karşısında sistemin manevralarını doğru tahlil edip edemeyeceğimizdir. Bu sene 1 Mayıs’ta hazır değildik, 1 Mayıs 2015’te hazır olup olmayacağımız hep birlikte göreceğiz.

Yorum bırakın

Filed under Değerlendirme

Yorum bırakın